Pages

Pages - Menu

21 Nisan 2011 Perşembe

The Ward (2010) İzle Resimleri Hakkında

The Ward 2010 yılı mahsulü John Carpenter tarafından yönetilmiş olan ABD yapımı bir film. Büyük usta Carpenter nihayet aramızda. Arada Masters of Horror için çektiği iki kısayı saymazsak büyük ustanın elinden çıkma en son iş olarak 2001 tarihli Ghosts of Mars’ı izlemiştik. Dile kolay tam dokuz yıl geçmiş aradan.
İstanbul Film Festivali sağolsun, bu heyecanla beklenen geri dönüşü tez zamanda sinemada izleme şansını bizlere sağladı. Filmi 17 Nisan Pazar günü 19:00 seansında Atlas’da izledim. Salon pek dolu değildi. Fuayede kulak kabartabildiğim kadarıyla filme gelenlerin büyük bir kısmı Carpenter’ın geri dönüşünden ziyade, herhangi bir korku filmi olması dolayısıyla filmi tercih etmiş gibiydi. Ya da bana öyle geldi, bilemedim. Arka sırada oturan ablaların bol hışırtılı ambalajlardan katır kutur sesler çıkararak yedikleri cips ve bisküvilerin dayanılmaz seslerini yoksayma gayretiyle filmi izlemeye başladım.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
Film, North Bend Psychiatric Hospital isimli 1926 yılında kurulmuş bir akıl hastanesinin görüntüleri ile açılır.
Hemen akabinde olayların 1966 yılında geçtiği bilgisi verilir. (Şimdi burada siyasi liderlerimizden birinin yaptığı gibi bir takım numerolojik numaralar çekmenin tam zamanı, ama hiç havamda değilim sanki.) Güzel kızımız Kristen (Amber Heard) hedefine kitlenmiş bir şekilde ormanlık arazide koşmaktadır. Polis anonslarından anladığımız kadarıyla ya polisin elinden ya da bir akıl hastanesinden kaçmıştır. Kristen gözlerden ırak terkedilmiş gibi duran bir çiftlik evine gelir ve evi ateşe verir. Ev güzel güzel yanarken sinsice yaklaşan bir polis arabasından inen polisler Kristen’i yakalar. Kristen, filmin başında gördüğümüz akıl hastanesine kapatılır. Hatta hastanedeki en azılı hastaların bulunduğu “The Ward” olarak zikredilen özel bir koğuşa alınır. Burada kendisinden başka Iris, Emily, Sarah ve Zoey isimli dört hatun kişi daha tedavi görmektedir. Kristen’e Tammy’nin eski odası verilir. Tammy isimli hasta Kristen’in hastaneye gelmesinden kısa bir süre önce gizemli bir şekilde kaybolmuştur. Aradan bir süre geçtikten sonra Kristen hastanede garip bir takım olayların döndüğünü farkeder. Koğuştaki diğer kızlar Tammy’i koğuşun eski müdavimlerinden Alice’in öldürdüğünden şüphelenmektedir. Ama kimse Alice hakkında bilgi vermeye yanaşmaz. Alice Hudson, hastane yetkililerinden kaçmayı başararak hastanenin izbe köşelerinde saklanan ve koğuştaki eski arkadaşlarından birer birer intikam almaya çalışan tehlikeli bir hasta mı, yoksa hastanenin koridorlarında gezinen intikamcı bir hayalet midir? Kristen ölümü pahasına bu olayı çözmeye kararlıdır.

Herşeyden önce filmi genel olarak sevdiğimi söyleyebilirim. Ama Carpenter’ın filmografisinde öne çıkan filmlerden biri olamayacağı aşikar. Dijital efektlere boğulmuş güya modern çağın gereği olan kaygılardan uzak kalması, filmin altmışlarda geçen bir hikayeyi anlatması sebebiyle seksenlerde çekilmiş hissi yaratması ve herşeyden önemlisi Carpenter gibi bir ustanın korku sinemasına geri dönüşünü imlemesi adına önemsediğim bir film oldu. The Ward, yer yer slasher tadı veren sahnelerle desteklense bile uzunca bir süre daha çok uzakdoğu korku filmlerinden aşina olduğumuz intikamcı hayalet filmlerine kayan bir yörüngeye oturuyor, ama finaldeki sürpriz (twist) ile daha ayakları yere basan platforma inmesini de biliyor. Film sinematografik manada sorunsuz gibi duruyor diyebilirim. Ama en zayıf olduğu nokta senaryosu. Filmin tadını kaçırmamak adına bahsetmek istemediğim finaldeki sürpriz (twist) The Ward’ın en büyük kozu gibi duruyor. Ama maalesef bu tahmin etmesi pek de zor olmayan bir sürpriz. Daha önce temelini bu sürpriz üzerine kurarak çekilmiş olan bir iki film en sıradan sinema seyircisinin bile aklına hiç zorlanmadan gelecektir. The Ward bu manada bir parça hayalkırıklığı yaratabilir.

The Ward sonrası verdiği röportajlardan birinde Carpenter filmini şu şekilde tarif ediyor: “It’s a psychological thriller, in a way. It closely resembles a ghost story and a horror film. Amber Heard plays a young runaway who we discover, early in the film, setting fire to an old farmhouse. She’s taken to a mental institution and has no idea why she’s there, and the movie revolves around that question.” Kabaca çevirecek olursak; “Bir bakıma bu bir psikolojik gerilim filmi. Adeta bir hayalet hikayesini ve bir korku filmini andırıyor. Amber Heard, filmin başlarında eski bir çiftlik evini yaktığını öğrendiğimiz genç bir kaçağı canlandırıyor. Bir akıl hastanesine kapatılır ve neden orada tutulduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktur, ve film bu sorunun çözülmesi hakkındadır.”
Carpenter’ın filmi hakkında söylediklerine katılmamak mümkün değil. Filmini samimi bir dille özetlemiş. Yalnız filmin uzakdoğu hayalet filmlerini “andırdığı” kısımlarda uyguladığı ani ses ve görüntü patlamalarına odaklanan korkutma efektlerinin biraz eskidiğini düşünmeme rağmen bu sahnelerde koltukta zıpladığımı da itiraf etmeliyim.
Filmin müzikleri için ayrı bir paragraf açmam şart gibi görünüyor. Daha çok Argento önderliğinde ses getiren (ya da bilinen diyelim) İtalyan korku filmlerinde aşina olduğumuz kalite seviyesi zirvelerde gezinen müzikleri fazlasıyla öne çıkıyor. Mark Kilian imzalı müzikler için filme artı bir not vermek kaçınılmaz.
Sonsöz: Benim gibi iflah olmaz Carpenter hayranları zaten filmi ne yapıp ne edip izleyeceklerdir. Benim film hakkında ekleyebileceğim tek şey, The Ward bundan sonrası için korku filmleri çekmeye devam etmesini umduğum Carpenter’dan göreceklerimizin kaba bir eskizi gibi ve bu eskiz açıkcası hiç fena durmuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder