21 Nisan 2011 Perşembe

Banu Festivalde / 2. Hafta…

Festivalde ilk haftanın sonuna geldik. Banu’nun festival takibi hız kesmeden sürüyor. Çoğu sinema yazarının bu tempodan yorulup çoktan emekli olduğunu, film izleyenlerin de bunu yazmak ve paylaşmak için çok hevesli olmadığı, konserveden/bültenden takip ettiği “İstanbul Film Festivali” Öteki Sinema’nın yani blogun gücünü ve farkını ortaya koyan bir çaba oldu. Banu Bozdemir’e bu insanüstü gayreti için çok teşekkür ediyor ve devam ediyoruz.



İstanbul Film Festivalinin ilk hafta yazılarını okumak içinse buradan

17 Nisan Pazar – Festivalin Son Günü…


İnanamıyorum bir festival daha bitti… Festival başlamadan önce beni saran gerilimli heyecan bir kez daha geride kaldı işte!



Bugün Emek’e yoğunlaştım. Geçen sene neredeyse her akşamımız Emek’te alternatif festival yapmakla geçti. Onun sessizliğine ses olmaya çalıştık, karanlığına ışık… Bu sene ancak son güne kaldı Emek’le randevumuz… Demirören’in bütün iğrençliğiyle kapladığı ve daralttığı sokağa sular gibi aktık bugün…
Ama önce Demirören alışveriş merkezinin içine daldık, bandomuz, alkışlarımız, ıslıklarımız ve sloganlarımızla! Şok olan güvenlik müdahale edemedi bile… Rant için oraya oturtulan alışveriş merkezinde olan onlarca insan da şaşkındı! Umarım birkaç tanesi ‘ben niye buradayım ya’ diye düşünebilmiştir!

Sorun sadece Emek sinemasının kapatılması karşısında gösterdiğimiz duygusal bir tepki değil elbette. Kentsel dönüşüm adı altında herkesi başka bir yerlere sürmeleri, kafalarına göre eskiyi yakıp yıkıp yeniyi inşa etmeleri! Emek’i simgeleştirip tüm bunlara karşı çıkmak aslında amacımız…

Fotoğraflarda gördüğünüz gibi Emek sinemasının isminin, bir zamanlar ışıklar yanıyordu orada elbette, başka bir işletme tarafından gönül rahatlığıyla kapatılmış olmasıydı.

Aynı sokakta yıllarca komşuluk etmişlerdi ama birisinin yıkıldığı anda bir tekmede o savurmuştu anlaşılan, Demirören onu da gördü mü acaba?

Onu çıkarttık alkışlar eşliğinde, en azından orada bir ‘Emek’ olduğu beli olsun diye! Ben içeri girmeyi çok istedim, eminim ki orada bulunan birçok kişi de aynı duygudaydı… Ama o da büyük bir sorumluluktu ama belki de almak gerekiyordu o büyük sorumluluğu… Kapısına biz de bir kilit vurduk, en azından bir gün açılırsa biz de kilitlerini kıralım diye… Emek sinemasının perdesine sarılmıştım yıllar evvel, şimdi içimizdeki umuda sarılmalıyız, belki bir gün tekrar açılır, kim bilir… Hayal mi bu? Emek hayal olmasın, emek kapıları açık bir gerçek olsun!



Amador İspanyol yapımı keyifli bir film, sosyal sorunlara da değiniyor, sevimli bir ilişkiye de… İnsanların başka ortamlara girmesinin, farklı insanlarla tanışmasının onlara katacağı farklılık üstüne…

Copacabana bu yıl festivalin açılış filmiydi ama izleyemedim bir şekilde. Hem Mayıs’ta da vizyona girecek ama yönetmen Marc Fitoussi ile röportaj yapmak farz olunca soluğu filmde aldım. Keyifle izlenebilecek bir film… Çılgın bir kadını canlandıran Isabelle Huppert yaşlanmış ama çok iyi bir oyuncu. Zira o kadar fazla filmde karşımıza çıktı ama hepsinde farklı olmayı başarıyor. Bir anne –kız ilişkisi, bir annenin kendisini kızına ispat ve sevdirme hikayesi… Vizyonda görebilirsiniz çok isterseniz! Öz kızıyla anne-kızı oynuyor, fiziksel olarak bambaşkalar ama bakışlarda bir aynılık var sanki!

Yolculuk/ The Trip gerçekten de hoş bir hikaye. Steve Coogan ve Rob Brydon, Altın Lale ödüllü Uyduruk Bir Öykü’deki gibi bu filmde de kendilerini oynuyorlar. Yollarda geçen, lüks restoranlarda gurmeliğe soyunan ve ağzımızın suyunu akıtan bir hikaye. Tam bir muhabbet filmi, ikili durmadan konuşuyor, taklit yapıyor ve ünlü oyuncuların yerlerinde gözleri olduğunu vurguluyorlar. Komik muhabbetlere gülüyorsunuz, İngiltere kırsalında dolaşıp doğaya bırakıyorsunuz kendinizi, güzel yani.

Bir yandan da ödüller açıklandı, festivalin sonuna geldiğimiz gün gibi ortada… Saç en iyi yerli film oldu, minimal filmlere yine gün doğdu!

0 yorum:

Yorum Gönder